TÜRK DÜŞÜNCESİNİN 200 YILLIK BATI SERÜVENİ
Türk düşüncesinin sistematik olarak oluşumu ve kavramsallaşmaya başlaması II. Mahmut ve sonrası Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839)ile başlar. Gerek o zamana kadar böyle bir düşünce sistemine Osmanlı’nın çok uluslu yapısı nedeniyle ihtiyaç duyulmaması gerek çağın getirdiği yeni ihtiyaçlar nedeniyle Türk Düşünce Sistemi kavramsallaşma sürecini 19. yy sonlarında sosyolojinin pozitif bir bilim olarak ortaya çıkmasının akabinde Türk aydınlar vesilesi ile tanışmıştır. Türk düşüncesinin kavramsallaşmasını 19.yy’ın başı sayılmasındaki amaç; bu dönem yapılan yeniliklerde Batı’nın ilham alınması ve Osmanlı’nın düşünce sisteminin artık yeni dönemde etkisinin zayıfladığı içindir.
19.yy’da askeri, eğitim ve dil alanındaki gelişmeler batıdan ilham alındığı gibi bu yenilikler toplumda bir yenilik getirmekle beraber Batı düşün sisteminin de ülkemize girmesine neden olmuştur. Adeta yeniden yapılandırılmış kurumlar kendilerinden beklenen başarıdan çok yeni düşün sisteminin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Her ne kadar şu an sosyal bilimcilerin Türk düşünce sistemi üzerine hakimiyetlerine itiraz edilmemekle birlikte, o dönemde batı modeli örnek alınarak açılmış askeri okullar ve tıp okullarının da şu an bile düşünce sistemine ciddi bir etkisi de göz ardı edilmemektedir. Belki de toplumun bu kurumlara derin bir minnet duyması yeniliklerle halk arasında bir köprü oluşlarındandır.
Türk düşünce sisteminin sosyoloji bağlamında oluşumu ise Rıza Tevfik’in Spencer’den mülhem notları (1896), Ahmet Şuayb’ın tetkikleri (1900) ve Hasan Tahsin’in Worms’dan tercümesi ile başlamıştır.(1) Daha sonraları ise Prens sebahattin’in Science Sociale tesiriyle çıardığı Terakki dergisindeki tetkikleri, Ahmet Salih’in Demolins’ten yaptığı çeviri (1913) Fuat ve Naci ‘nin (Anglo Saksonların Esbab-ı Faikiyeti Nedir? çevirisi), Rüşdü İbrahim, Mehmet Ali (Donanma Mecmuası), Apdullah Cevdet (Ruh-ul Akvamın yeniden basımı), Celal Nuri, Suphi Etem (Tekamül ve Kanunları), Rıza Nevzat (Sosyalizm-1910), Ziya Gökalp’in gazete ve dergilerdeki tetkikleri ile devam etmiş ve en nihayetinde Ziya Gökalp’in Darülfünün da “İlmi İçtima” kürsüsünü kurmasıyla temellendirilmiştir.(2) Bu isimlerin etkilendikleri akım ve kişiler ise: Rıza Tevfik- Spencer; Hasan Tahsin – Worms; Ahmet Rıza – A. Comte; Prens Sebahattin - Demolins, Descampes (Le play okulu); Aptullah Cevdet – G. Tarde ve Plante; Refik Nevzat - Marksizm; Mustafa Suphi – Bougle ve Solvay; Ziya Gökalp – Durkheim ve Fouillee’tesirnde kalmıştır(3). Bu tablodan görüleceği üzere Türk düşün sistemi batı düşünce sisteminin dilimize tercümesi ile oluşturulmaya başlamıştır ve günümüzden 30-40 yıl önceye kadar Türk aydını kendi gelenekleriyle bağını koparmış düşünce referansları batıya göre şekil almıştır(4).
Uzunca bir dönem siyasi çekişmelerin gölgesinde kalan Sosyoloji Baykan Sezer’in Doğu- Batı çatışması görüşü ile Batı düşün sistemine eleştiriler başlamış ve yoğunlaşarak devam etmiştir. Önceki dönem sosyologlarımız da Türkiyenin kendi sosyolojik düşüncesinin oluşumu için çalışmışlardır, ancak Baykan Sezer’in ileri sürdüğü görüş ile beraber düşün sisteminin yönü ve yöntemleri üzerinde ciddi değişiklikler olmuştur. Tüm düşün sistemlerinde kendi toplum ve tarih mirasına uygun düşüncenin eninde sonunda gelmesi gerçeği ile Batı düşün sisteminin referans alındığı, diğer tüm düşüncelerin geriliğe sebep olacağı görüşü yerini Batı düşün sistemine eleştirel ve çatışmacı bir bakışa bırakmaya başlamıştır. Öyle de görünüyor ki bu düşün çatışması Türk düşün sisteminin özünü yakalayacak ve hatta kendisinden etkilenilen bir düşün halini alacaktır.
Baykan Sezer Türk Sosyolojisinin ilk ve ana sorununun Batı Sosyolojisi ile ilişkilerini iyi belirleyebilmesi olduğunu belirtiyor(5). Türkiye’ de Sosyoloji, en eski kürsü olarak İstanbul Sosyoloji bölümü, dünyadaki ve türkiye’deki değişmelere karşı kendi dünya görüşünü yeniden üretmekte, kendi çıkarlarını belirtme gücü taşımaktadır. Bu açıdan büyük bir canlılık ve dinamizm içindedir. İstanbul sosyoloji bölümü dünyanın en eski ikinci sosyoloji kürsüsü olması, geleneğe bağlılığı hem Türkiye’de hem de dünyada canlılığını koruyan, duyarlı, ender bölümlerden biridir. Türk sosyolojisinin egemen çizgisini temsil etmektedir(6). Toplumsal değişimden söz etmek, diğer deyişle sorunlardan kurtulmak ve yönümüzü çizmek ancak tarihe bağlanarak mümkündür. Tarihe bağlanmasın, geleneğe sahip çıkmanın dünyada gericilik olarak görüldüğü belki de tek ülke Türkiye’dir. Tarihi materyalizm görüşüne bağlı olduğunu söyleyen Marksistlerimiz bile tarihi taşınması gereksiz bir yük olarak görmektedirler. Bunda tarihin bir döneminde resmi görüşün Osmanlının inkarı üzerine kurulmuş olması da etkili olmuştur. Ama bunun altında Batı’nın bu inkarcılığı bize öğütlemesi, kendini insanlığın üstünde, diğer milletleri ise evrimini henüz tamamlamamış olarak görmesi de yatmaktadır. Ekonomik ve siyasi krizlerle başka halkların aydınlarını yönlendirerek güya toplumun gelişimini sağlayacakken kendine sömürge toplumu yaratmaktan başka bir şey yapmamıştır. Batı merkezli hiçbir toplumsal görüşün başka bir toplumda da uygulanarak gelişiminin sağlanması o toplumun tarihiyle beraber yok sayılmasından başka işe yaramamıştır. Batı elindeki ekonomik gelişmişliği diğer toplumların düşün gelişimlerini şekillendirmekte oldukça mahirdir. Buna kendilerini haklı görebilirler ancak en azından evrensel hakların tekelinin kendi ellerinde olmaması kendi aydınları tarafından bile eleştirilmektedir. Batı sosyoloji bilimini sömürge aracı olarak kullanmaktan vazgeçmek bir yana oyuncak gibi diğer toplumlara çeşitli ikna yöntemleri ile dayatmaktadır. Batı düşüncesinin düşün gelişiminin altında her düşünün kendilerine ekonomik kazanç sağlaması yatmaktadır.
Son dönemde sosyoloji kendi düşün sistemimizi yeniden temellendirmekle birlikte bu düşün sisteminin uygulaması toplumun belli bir ekonomik ve sosyal hazırbulunuşculuğu ile mümkündür. Özellikle ekonominin belirleyici unsur olması son 20-30 yılda kuru üzüm, incir, fındık satan bir toplumdan teknoloji satan bir toplum haline dönüşmesi kendi düşüncemizden memnun olduğumuz günlerin yakın olduğunu göstermektedir. Bu batı ekonomisi için iyi olmasa bile Türkiye ve en azından komşularında ciddi bir etkiye sebep olacaktır. Toplumlar kaynağını Batı’dan aldığı sosyoloji ile belirli yetkinliğe ulaşmış kendi dünya görüşleri oluşturma yarışı içine girmişlerdir. Artık tek merkezli bir dünyadan çok merkezli bir dünyaya geçiş söz konusudur. Bu değişim aynı zamanda Sosyolojinin de gerçek bir bilim kimliğine kavuşmasının anı olacaktır. Özellikle toplumun yeni bir anayasa beklentisi artık batıdan ithal edilen toplum kurallarının ülkemizdeki iflasını açık şekilde göstermektedir.
Yararlanılan Kaynaklar ve okumalar:
1- Sosyoloji Dergisi, cilt 1, sayı 1, yıl 1942, sayfa 158
2- Sosyoloji Dergisi, cilt 1, sayı 1, yıl 1942, sayfa 159-160
3- Sosyoloji Dergisi, cilt 1, sayı 1, yıl 1942, sayfa 159
4- Türk Sosyologları ve Eserleri-1, Ertan EĞRİBEL-Ufuk ÖZCAN, kitabevi, 2010, sayfa 56
5- Türk Sosyologları ve Eserleri-1, Ertan EĞRİBEL-Ufuk ÖZCAN, kitabevi, 2010, sayfa 57
6- Türk Sosyologları ve Eserleri-1, Ertan EĞRİBEL-Ufuk ÖZCAN, kitabevi, 2010, sayfa 59
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder