1923’ten 1950’ye Kadar İktidar ve Muhalefetin Çağdaşlaşmada Model Tercihleri
Tüm değerleriyle ve varlığıyla çağına ayak uyduramamış koca bir imparatorluk ve mirasında yeniden canlanmış, cesaretini mazisinden, ümidini Batı’dan ithal edeceği sanayi ve düşünden alan; batıyla beraber ancak mirasını batının doğusundan alan Türkiye Cumhuriyeti. Yeni kurulmuş ve kurumsal yapısını tamamlayamamış Cumhuriyet henüz Atatürk’ün ve tüm halkın özlemi olan muasır medeniyetler seviyesine çıkmak için var gücüyle çağdaşlaşma hareketlerine girmiş, ilerlemekte ve kendi çizgisini oluşturmaktadır. Bu anlamda aydınlar ve siyasiler Cumhuriyetin çağdaşlaşma serüveninde çeşitli modellerle halkı bilinçlendirmeye çalışmışlardır. Elbette ki çağı yakalamak için eksen olan Batı’nın sanayi gelişmelerinden faydalanmakta herkes hemfikir. Peki Batıyı bu hale getiren kurumsal gelişmeler bizde nasıl olmalı? Toplum olarak belirlediğimiz hedeflere varmak için hangi düşün ve kurumsal yöntemleri rol olarak almalıyız? Çağı yakalamamız için Batı’dan alacağımız düşün ve sanayi yöntemler karşılığında ne gibi bedeller ödeyeceğiz? Kapitalist, bireyci Batı’dan alacağımız sanayi gelişmelerle beraber bizden neleri alacak? Emeğin ürün üzerindeki değerini alarak kendi kapitalist değerlerini yüklemiş batı bize vereceği fenle beraber neleri de gönderecek?
Bütün bu karmaşık sorular arasında cumhuriyet dönemi siyaseti kendine bir model seçmeli ve bir an önce kurumsallaşarak çağını yakalamak amacıyla kendi örgütsel yapılarını kurarak arkalarına halk desteğini alıp çağdaşlaşma yolunu tutmalıydı. Bu amaçla genel olarak iki siyasi düşünce oluştu. Bazıları gelişmenin yalnızca Batının fen ve sanayi yapısı örnek alınmalı, bunlar toplum yapısına uygun hale getirilmeli düşüncesini savunarak gelenekçi - millici tarafı oluşturdu. Bazıları ise Batının gelişmesinin kaynağı toplumsal yapılarından kaynaklanıyor, bu nedenle Batının fen ve sanayi yapısının yanında toplumsal yapısı da örnek alınmalı görüşüyle yenilikçi – mukallit cepheyi oluşturdu. Ancak ne gelenekçiler değişime karşı, ne de yenilikçiler toplumun değerlerine karşıdır. Ancak çağdaşlaşma serüveninde mutlaka her alanda değişimlerin kaçınılmaz olduğunu herkes kabul etmiş gözükmektedir. Oluşan iktidar muhalefet ekonomik gelişmelerde hemfikir ancak düşün gelişiminde ise daha başta ayrılıklara düşmüş, bu ayrılıklar zamanla birbirini düşmanlığa kadar gidebilmiştir. Maksat memleketin değişim ve gelişim yönünü belirlemek olunca elbette ki mücadele yalnızca sahada kalmamış, saha dışında da devam etmiştir. Bu süreçte en büyük slogan ise rakibin gericilik amacında olduğunu ileri sürerek suçlamak olmuştur. Bu hal öylesine bir hal almıştır ki gerek iktidar, gerek muhalefet kendilerinin gerici olmadığını ispatlamak için çok enerji harcamışlardır.
Her ne kadar oluşan iktidar ve muhalefet kendi iktidarını istese de, kendilerini eleştiren bir muhalefetin olmasının memleketin idaresi için çok önemli görmüşlerdir. Halkın tümünü kapsayacak bir iktidar ve muhalefet ebette ki daha iyi kararlar alabilir ve aldığı kararlarla da halkla bütünleşebilirdi.
Nisan 1923’te seçimlerin yenilenmesi kararının alınması üzerine daha çok Müdafaa-i Hukuk Grubu (I. Grup) temsilcilerinin seçildiği yeni seçimler sonunda, II. TBMM, 1923 yılı Ağustosu’nda çalışmalarına başladı. Bundan yaklaşık bir ay sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ‘Halk Fırkası’ adıyla siyasi bir parti haline getirildi (9 Eylül 1923). Atatürk Halk Fırkası hakkında sorulan bir soruya: “Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dahildir...Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye vermek için bir mektep olacaktır...” cevabını vermiştir. Böylece çağdaşlaşmanın siyasi yönünde önemli bir adım atılmıştır.
“…nokta-i nazarlarım dokuz umde halinde tesbit ettim... Bu program fırkamızın teşekkülüne esas olmuştur...” Atatürk’ün yayınladığı bu programda özetle; hakimiyetin millete ait olduğu, TBMM dışında hiçbir makamın milletin kaderine hakim olamayacağı, her türlü kanunun hakimiyeti milliye esası çerçevesinde çıkarılacağı, saltanatın kaldırılması kararının değişmeyeceği, mahkemelerin ıslah edileceği, ekonomi alanında yeni kararların alınacağı ve barışın ise ancak milli, ekonomik ve idari bağımsızlığın sağlanması şartıyla korunabileceği görüşleri vurgulanmaktadır ve bu ilkelerin Fırka’nın kurulmasına zemin hazırladığı belirtilmektedir. Bu düşüncelerle Halk Fırkasının çağdaşlaşma serüveninde batıyı model aldığı görülmekte, Halk Fırkası kendini yenilikçi - mukallit olarak ilan etmektedir.
Cumhuriyet Halk Fırkasına tepki ve Atatürk’le yaşanan bazı görüş ayrılıkları nedeniyle bazı arkadaşları ayrılarak Milli Mücadele döneminde M. Kemal Paşa’nın yakınında yer alan ve onu destekleyen Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele), Rauf (Orbay) ve Adnan (Adıvar) gibi önemli komutan ve şahsiyetler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla 17 Kasım 1924’te yeni bir parti kurdular. Yeni partiyi kuranlar halk egemenliğine ve Cumhuriyet yönetimine olan bağlılıklarını vurgularlar ve toplumu çağdaşlaştıracak değişikliklerin birdenbire değil, zamanla kendiliğinden gerçekleşeceğini iddia ederler. Cumhuriyet Halk Fırkası’na nazaran daha liberal ve demokrat görüşleri benimsediklerini, dolayısıyla dini inanç ve fikirlere saygılı olduklarını ifade ederler. Parti programıyla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kendini gelenekçi – millici sınıfa kayar. Ancak kısa bir süre sonra ortaya çıkan Şeyh Said isyanı (13 Şubat 1925) sonrasında, programındaki “fırkamız itikad-ı diniyeye ve fıkriyeye hürmetkardır” maddesinden dolayı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, isyandan sorumlu tutularak 5 Haziran 1925’te kapatıldı.
Diğer bir muhalefet ise 1929 yılında Amerika’da başlayarak dünyaya yayılan (işsizlik ve enflasyonun arttığı) genel ekonomik buhran Türkiye’yi de etkilediği yıllarda ortaya çıktı. Diğer taraftan Halkta Cumhuriyet Halk Fırkası’na ve yürüttüğü politikaya karşı bir memnuniyetsizlik gözle görülür hale gelmişti. Bu durum üzerine M. Kemal Paşa Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı muhalefet görevini yürütecek olan bir başka “fırka”nın
kurulmasını istedi. Böyle bir fırkanın kurulmasında güdülen amaçlar arasında, halkta birikmiş hoşnutsuzlukların giderilmesini sağlamak ve hükümeti hem kusurlarını ve eksikliklerini düzeltmeye, hem de ekonomik duruma yeni çareler aramaya yöneltecek bir sistemin yaratılmasına sevk etme düşüncesi de vardı. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın batı tarzında demokratik rejimi benimsemiş olması ve kendisinden sonra ortaya çıkabilecek anti-demokratik gelişmelere meydan vermemek isteği de etkili olmuştur. Bu çerçevede bizzat M. Kemal Paşa’nın teklifi ve isteği üzerine o sırada Paris Büyükelçiliği’nde görevli bulunan Fethi Bey partiyi kurmakla görevlendirildi. Atatürk ve İsmet Paşayla yapılan görüşmeler sonucu12 Ağustos 1930 günü parti resmen kuruldu. SCF’nın programı liberalizme kaçan bazı prensiplerden ibaretti. Yayımladıkları programlarında Cumhuriyetçi, Milliyetçi ve Laik esaslara bağlı olduklarını, Anayasa’daki hak ve özgürlüklerin herkes için geçerli olduğunu, vergi adaletsizliğinin giderileceğini, dış politikada ise bütün devletlerle dostluk ve işbirliğinden yana olduklarını belirtmekteydiler.
Teşkilâtını genişletmeye çalışan yeni partinin etrafında çok sayıda muhalif gruplar toplandı. Bunlar çeşitli toplantı ve gösterilerde kendini gösteriyorlardı. Bunun doğal bir sonucu olarak da CHF ile SCF arasındaki ilişkiler gerginleşmişti. Ortaya çıkan bazı gelişmelerle beraber Fethi Okyar Mustafa Kemal Paşa ile karşı karşıya kalmamak için partisini feshetme durumunda kalmış ve 17 Kasım 1930’da partinin fesih kararını ilgili bakanlığa iletmiştir.
7 Ocak 1946'da kurulan ve dört yıl sonra yapılan seçimlerde (14 Mayıs 1950'de) 27 yıllık tek parti dönemini sona erdiren, Türkiye Cumhuriyeti'nde ilk defa serbest seçimle iktidarı kazanan Demokrat Parti, programının birinci maddesinde kuruluş amacını şöyle belirtmekte idi: "Siyasi hayatımızın, birbirine karşılıklı saygı gösteren partilerle idaresi lüzumuna inanan Demokrat Parti, Türkiye Cumhuriyetinde demokrasinin geniş ve ileri bir anlayışla gerçekleşmesine ve umumi siyasetin demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet maksadıyla kurulmuştur". Bu görüşüyle Demokrat parti kendini liberal gelenekçi parti grubunda görüyordu. Atatürk dönemi sonrası hükümetten hoşnutsuzluk duymaya başlayan ve ekonomik buhranlarla bunalan halk Demokrat Partiye sırasıyla 1950, 1954 ve 1957 seçimlerini kazandırmış ve on yıl boyunca (1950-1960) iktidar yapmıştır. Ancak yeni değişimde halkın refahına pek etki etmemiş ekonomik ve sosyal ve siyasi olaylar patlak vermiştir Demokrat Parti, 27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesi ile ortaya çıkan ekonomik ve sosyal olaylarla halkı ayrıştırdığı ve düşmanlığa sevkettiği gibi sebeplerle iktidardan düşürülmüş ve 29 Eylül 1960'ta kapatılmıştır.
Görüldüğü gibi 1923-1950 arası kurulan siyasi partiler yalnız yönetime talip olmakla beraber kurumlarda köklü değişim ve yenilik yapma amacı gütmüştür. Bu dönem ortaya çıkan siyasi partiler bundan sonra da ortaya çıkan partilerin fikri temellerini oluşturmuş, yalnız iktidar değil muhalefetin davranış kodlarını da siyasi hayatımıza kaydetmiştir. Öyle ki ilk muhalefet Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Demokrat parti benzer suçlamalarla suçlanmıştır. Aslında muhalefetin ve iktidarın bu kısırdöngüsü Batıda beyin fırtınası yaşayan halka benzer şekilde Türk halkına da siyasetle ilgili düşünün gelişmesinde rol oynamıştır. Her ne kadar kurumsal yapıların temelleri değiştirilmemek üzere atılmaya çalışılmışsa da eleştiriler halen devam etmekte ve yeni süreçlerle değişim ve gelişimi devam etmektedir. Kurumların toplumsal yapıdan uzak olduğu, batının gelişimine neden olan kurumsal yapının toplumumuza uydurulamadığı eleştirileri yönelse de bu yalnız iktidar ve muhalefetin düşün yapısıyla değil, Batı’nın bu yapıları diğer toplumlara olduğu gibi bize de dayatışının etkisini de unutmamak gerekir. Her ne kadar toplumlar kendi düşünlerini oluşturmak isteseler de dünya düşün yapısına yön veren toplumların etkileri kaçınılmaz olarak ekonomik yönden geri kalmış toplumlara baskı yapmaktadır.işin belki de eksik yönlerinden biri çağdaşlaşmada tercih edilen modellerin toplumun istek ve ihtiyaçlarına, mevcut yapılarına uygun olup olmadığıdır. Bunu da mutlaka muhalefet veya iktidar partileri fark edecek ekonomik başarılarla kazanılan özgüvenle toplumumuza uygun modeller sunmaya çalışacaklardır.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Prf. Dr. Zeki ASLANTÜRK - Dr. M. Tayfun AMMAN, Sosyoloji, Kaknüs Yayınları, Mart 2000 İstanbul
Prf. Dr.Ertan EĞRİBEL – Yrd. Doç. Dr.Ufuk ÖZCAN, Türk Sosyologları ve Eserleri, Kitabevi, 2010 İstanbul
Prf. Dr.Niyazi BERKES, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, 2010 İstanbul
Atatürk Döneminde kurulan ve BMMM’nde Temsil Edilen Siyasi Fırkalar ve Olaylar, makale
Yrd. Doç. Dr.Kadir KASALAK, Cumhuriyet Fikrinin Öncüleri, SDÜ fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, makale
İshak TORUN, Kapitalizmin Zorunlu Şartı Protestan Ahlak, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, makale
Arş. Gör. Dr. Gürsoy AKÇA – Doç. Dr.Himmet HÜLÜROsmanlı-Türk Düşüncesindeki Doğu-Batı İmgelerini Küreselleşme Tartışmaları Bağlamında Yeniden Düşünmek, makale
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder